— On bir ayın sultanı, Kıymetlidir her anı, Süslersin şu cihanı, Hoş geldin ya Ramazan! —
Nefis tezkiyesi, yani, kişinin kendini kötülüklerden arındırması açısından bedenin zekatı sayılan oruç, yılın bir ayında, günün belirli bir süresinde, dünyevi ihtiyaç ve zevklerin bir kısmından uzak kalınarak gerçekleştirilen bir alıştırmadır. İnsanın en çok yoğunlaştığı ve ölçüyü kaçırdığı yeme-içme ve şehevî arzuların disiplin altına alınmasıyla, her şeyin bedenden ibaret olmadığı, dengeli bir hayatın ancak, bedenî ihtiyaçların yanı sıra ruhî melekelerin ve buna bağlı yüce duyguların aktif hale getirilmesiyle sürdürülebileceği anlaşılmış olur. Kendi iradesiyle helal olan şeylerden uzak kalabilen insan, haram olanlara hiç yaklaşılmaması gerektiği bilinci ve iradesini güçlendirir. Gerektiğinde meşru bedenî ihtiyaçlarına belirli bir süre oruç tutturabildiği gibi, nefsin ihtiyaç gibi sunduğu, dedikodu, gıybet, yalan, çirkin söz gibi kötü vasıflara sürekli oruç tutturması gerçeğini kavramış olur.
Oruç tutan insan bir yandan sahip olduğu nimetlerin kıymetini idrak ederken, diğer yandan bu nimetlerden yoksun olan muhtaçların durumunu daha iyi anlayarak, toplum içinde kendisine düşen görevlerin farkına varır. Böylece, yardımlaşma, paylaşma, fedakarlık, dayanışma gibi erdemleri yaşama fırsat ve zevkine kavuşur.
Ramazan Ayı Nefsi Terbiye Etme ve Sabır Ayıdır
Yüce Rabbimiz “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız verilir.” (Zümer, 39/10) buyurmuştur. Peygamberimiz ise bunu “Ramazan ayı sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir.” (Münzirî, ıı, 94-95) sözü ile teyit etmekte ve sabrın sevabının cennet olduğunu bildirmektedir.
Ramazan ayında oruç tutan, nefsanî arzularına mukavemet gösteren, kötü söz ve davranışlardan uzak duran Müslüman nefsini terbiye etmiş ve sabırlı olmayı öğrenmiş olur.
Orucun Terim Anlamı ve Oruçla İlgili Bazı Terimler
Dinî bir terim olarak “savm” kelimesi; müminin ibadet niyetiyle imsak vaktinden iftar vaktine kadar kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyması demektir. (Rağıb, s. 291)
Fecr: Güneşin doğmasından önce beliren tan yeri ağarması, şafak sökmesi, gece ile gündüzün birbirinden ayrıldığı vakit.
Fecr-i kâzib: Gerçek olmayan fecir; gecenin sonunda doğu ufkunda dikine oluşan ve kısa sürede kaybolan aydınlık.
Fecr-i sâdık: Gerçek fecir; gece karanlığının kaybolmaya başlayıp güneş ışığının belirtilerinin görünmeye başladığı, ufuktaki aydınlığın enlemesine, uzunlamasına ufka yayıldığı vakit.
Gündüzün başlangıcı olan fecr-i sâdıkla, sabah namazının vakti girer ve imsak vakti başlar.
Fidye: İnsanı içinde düştüğü bir durumdan kurtarmak için ödenen bedel. Yerine getirilemeyen bir ibadetin veya ibadette meydana gelen bir eksikliğin yükümlülüğünden kurtulmak için ödenen maddi bedel.
Oruç tutmaya gücü yetmeyecek derecede yaşlı veya tedavisi mümkün olmayan hastalar, oruç tutmayıp ve bu oruçları kaza etmekten de ümit keserlerse, oruçsuz geçirilen her gün için fidye öderler.
Fitre: Bkz. Sadaka-i Fıtır
İskat-ı Savm: İskat, düşürmek anlamına gelmektedir. Dinî literatürde, kişinin sağlığında edâ edemediği, sürekli mazereti sebebi ile tutamadığı yahut geçici mazereti ortadan kalktığı halde oruçları kaza etmeden ölmesi durumda, ölümünden sonra fakirlere fidye ödenmek sureti ile oruç borçlarının düşürülmesi, böylece sorumluluktan kurtulması.
İftar: Orucu açmak, oruçluya orucunu açtırmak, başlanmış orucu bozmak veya hiç oruç tutmamak. Genel olarak iftar oruca aykırı davranışta bulunma manasına gelmekle birlikte, yaygın olarak, oruçlu kimsenin vakti gelince usulüne uygun biçimde orucunu açmasıdır.
İmsak: Kendini tutma, engelleme, el çekme, geri durma. İmsak vaktinden, iftar vaktine kadar yemeden, içmeden, cinsî münasebetten ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durma.
İtikâf: “İbadet veya başka bir gaye için bir yerde kendini tutmak, kalmak, inzivaya çekilmek; insanlardan tenha bir yerde kalmak, bir şeye bağlanmak.”
Özellikle Ramazan ayında itikâfa girmek sünnettir. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra her yıl Ramazan ayının son on gününde itikâfa girmişlerdir.
Kadir Gecesi: Ramazan ayı içerisinde yer alan ve bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kur’ân-ı Kerim’in indirildiği gece.
Kaza: Zamanında usulüne göre yerine getirilemeyen veya başlandıktan sonra bozulan namaz, hac ve oruç gibi ibadetlerin, başka bir zamanda yerine getirilmesi.
Keffâret: Örtmek, yok etmek, ortadan kaldırmak anlamına gelen “kefr” kelimesinden türetilen kefaret, sözlükte “kusur veya günahı örten, izâle eden şey” anlamına gelmektedir. İşlenen bir takım günahların, meydana gelen kusur ve eksikliklerin Allah Teâlâ tarafından affedilmesi için yine O’nun tarafından belirlenmiş bazı vesileler demektir.
Mukabele: Kur’ân’ı birinin yüzünden veya ezbere okuması diğerlerinin de onu Kur’ân’dan veya ezbere takip etmesi veya dinlemesi.
Mukabele geleneği, Peygamberimiz ile vahiy meleği Cibril’in uygulamasına dayanır. Cibril, her yıl Ramazan ayında inen Kur’ân ayetlerini Peygamberimize okuyarak arz eder, böylece yazılan ve ezberlenen Kur’ân bölümleri kontrol edilirdi.
Ramazan: Farz olan oruç ibadetinin yerine getirildiği kamerî ay.
Ru’yet-i hilal: hilalin görülmesi, kamerî ayların tespitinde ayın gözetlenmesi ve görülmesi.
Namaz vakitlerinin belirlenmesinde güneşin hareketleri; oruç, hac, zekât, fıtır sadakası, kurban gibi ibadetlerle bayram günlerinin tespitinde ise ayın hareketleri esas alınmaktadır. Bu ibadetlerin zamanlarının doğru olarak belirlenmesi, kamerî aybaşlarını, özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilk günlerinin doğru tespitine bağlıdır.
Sadaka-i Fıtır: Dinen zengin olarak Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadaka.
Sahur: Oruç tutacak kişilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemek.
Teravih: Sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan teravih, dinî bir kavram olarak, Ramazan ayında, yatsı namazından sonra kılınan nafile namazdır.
Oruç Cehennem Ateşine Karşı Bir Kalkandır
Peygamberimiz, orucu kalkana benzetmiştir. Kalkan kişiyi gelebilecek zararlardan koruduğu gibi oruç da Müslüman’ı cehennem ateşinden korur. Şu hadis, bu hususu açık seçik ifade etmektedir: “Kalkan savaşta sizi koruduğu gibi oruç da cehennem ateşinden korur.” (fen Mâce, “Savm”, i)
Oruç Kişiyi Haramlardan Alıkoyar
Orucun kötülük ve haramlardan korunmak için farz kılındığının bildirilmesi ibadetin insanın kişisel ve sosyal hayatındaki yerini ve etkisini bildirmeye yöneliktir. Nitekim Yüce Allah günde beş vakit kılınan namazın insanı hayâsızlık ve haramlardan alıkoyduğunu bildirmektedir. (Ankebût, 29/45) Aynı şekilde orucun da insanı haram ve kötülüklerden alıkoyması gerekir.
Oruç cehennem ateşine karşı bir kalkan olduğu gibi kötülüklere karşı da bir kalkandır. Oruç tutan insan kötü söz ve davranışlardan uzak durur. Şu hadiste Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade etmektedir:
“Oruç bir kalkandır; sakın bir kimse oruçluyken cahillik edip de kem söz söylemesin. Birisi sataşır veya kötü söz söyleyecek olursa ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin.“ (Buhârî, “Savm”, 9; Müslim, “Sıyâm”, 30)
Oruç, sadece iştah ve şehveti dizginlemek değildir, ayrıca dilini kötü ve çirkin söz söylemekten korumaktır. Oruçlu cahillik edip kötü söz söyleyemez, kavga edemez, etmemelidir. Birisi sataşsa bile oruçlu Müslüman buna karşılık vermemelidir. Nitekim Peygamberimiz bu hususa şöyle işaret etmiştir: “Oruç sadece yemeyi ve içmeyi terk etmekten ibaret değildir. Aynı zamanda oruç, çirkin, kötü ve kaba sözleren uzak durmaktır. Eğer (oruç bulunduğun sırada) birisi sana sataşır, sövüp sayar, bağırıp çağırır, kaba ve çirkin davranırsa, ona ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ de” (Münzirî, II, 148, No:4)
Kişiyi haram ve kötülüklerden korumayan oruç amacına ulaşmamış demektir. Peygamberimiz bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Kim yalan sözü ve yalan ile iş yapmayı bırakmazsa Allah’ın onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur” (Buhârî, “Savm”, 8; Ebû Dâvûd, “Savm”, 25; Tirmizî, “Savm”, 16; İbn Mâce, 21)
Hadis, orucun gayesinin insanın edep ve ahlakını iyileştirmek, onu kötülük ve haramlardan korumak olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir oruçtan istenilen sevap da elde edilemez. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), “Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan nasipleri sadece aç (ve susuz) kalmalarıdır. Nice geceleri namaz kılanlar vardır ki onların namazdan nasipleri sadece uykusuz kalmaktır” (İbn Mâce, 21) buyurmuştur.
Dolayısıyla oruç tutan insan; yalan, yalancı şahitlik, gıybet, iftira, hile, aldatma, kötü söz ve benzeri davranışlardan uzak, iş ve işlemlerinde, söz ve sözleşmelerinde, alım ve satımlarında dürüst ve dosdoğru olmalıdır.
Oruç Şehevî Duygulan Dizginler
Oruç kişiyi fuhuş ve edep dışı davranışlardan alıkoyar. Bu hususu Peygamberimiz şöyle ifade etmiştir: “Evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik gözü (yabancı kadınlara bakmaktan) alıkoyar, tenasül uzvunu (harama düşmekten) korur. Evlenmeye gücü yetmeyen kimsenin oruç tutmasını tavsiye ederim. Çünkü orucun şehveti kıran bir özelliği vardır.” (Buhârî, “Savm”, 10)
İnsanın günah işlemesine genellikle iki şey sebep olur. Biri şehevî arzuları, diğeri dili ve midesidir. Şehevî arzularına, diline ve midesine sahip çıkıp kelime-i şahadeti kalpten söyleyen ve her yönü ile bunun gerekçelerini yapan Müslüman kulluk görevini yapmış, ahirette cenneti kazanmış olur. Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade etmiştir: “Kim diline ve ırzına sahip çıkacağına güvence verirse ben de o kimsenin cennete gireceğine güvence veririm.“ (Tirmizî, “Zühd”, 60)
“Allah kimi dilinin ve cinsel organının şerrinden / günah işlemesinden korursa o kimse cennete girer.” (Tirmizî, “Zühd”, 60)
Oruç Sabır ve İrade Eğitimidir
Oruç, nefsin isteklerinden iradî olarak uzak durabilmektir. Bu yönüyle oruç bir irade eğitimidir. Aynı zamanda açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de bir sabır eğitimidir. Yüce Allah, “Eyy iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir. “ (Bakara 2/153)
“Sabredenlere ecirleri hesapsız olarak tastamam verilir” (Zümer 39/10) anlamındaki ayetlerle sabrı teşvik etmektedir. Sabrı öğrenmenin bir yolu da oruçtur. Çünkü “Oruç sabrın yarısıdır.” (Tirmizî, “Da’avât”, 86) “Ramazan ayı da sabır ayıdır” (İbn Mâce, “Taharet”, 43)
“Sabır aydınlıktır.“ (İbn Mâce, “Taharet”, 5)
Sabırlı insan bu aydınlıkta yolunu şaşırmaz.
İnsanın hayatta başarılı olabilmesi için iradesine hâkim olması ve güçlükler karşısında dayanabilmesi yani sabredebilmesi gerekir. Nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasında, oruç etkili bir yoldur.
Toplum hayatındaki azgınlık ve taşkınlıklar, genellikle insanın nefsanî zevklere düşkünlüğünden kaynaklanır. Bunların başında yeme, içme ve cinsel ilişki gelir. Oruç, insanı nefsanî zevk ve şehvetler peşinde koşturan, nefsine ve halka zulmetmesine sebep olan nefs-i emmâreyi teskin etmenin ilacıdır.
Ayrıca oruç, yoksulların durumunu daha iyi anlamaya, dolayısıyla onların sıkıntılarını giderme yönünde çaba sarf etmeye vesile olur.
Orucun sağlık açısından pek çok yararları bulunduğu uzman hekimler tarafından ifade edilmektedir. Oruç, bir yıl boyunca çalışan vücut makinesinin dinlenmeye ve bakıma alınması gibidir. Oruç, özellikle mide ve sindirim organlarının dinlenmesi için iyi bir perhizdir. Peygamberimiz, “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur“ (Münziri, No: 579) buyurmuştur.
ORUÇ İBADETİNİN TARİHİ SEYRİ
Oruç, geçmişi insanlık tarihi kadar eski olan kadim bir ibadettir. Yüce Allah bu hususu,
“Ey müminler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” (Bakara, 2/183) anlamındaki ayetle bildirmektedir.
Ayette yer alan “sizden öncekiler” ifadesi, ilk insan Hz. Âdem’e kadar bütün insanları içerir. Dinler tarihi araştırmaları da ilahî veya beşerî bütün dinlerde oruç ibadetinin var olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla insanların yeryüzünde var olduğu günden bu yana hiçbir fert ve hiçbir toplum dinsiz olmadığı gibi şekil, zaman, amaç ve içerik olarak farklı olsa da oruç ve benzeri ibadetlerden de yoksun olmamıştır. Bu gerçeği peygamberler tarihinde de bulabiliriz.
Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar bütün insanların hak veya batıl birer dini ve bu dinlerin dinî uygulamaları arasında oruç ibadeti de vardır. Brahmanizim, Hinduizm, Budizm ve Maniheizm gibi beşerî dinlerde de aslı ilahî vahye dayanan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da oruç ibadeti vardır. Bu dinlerdeki oruçların miktar zaman ve mahiyeti farklıdır. Budizm’de iki ayda bir oruç tutulur. Bu dinin kurucusu olan Buda’ya göre ebedî kurtuluşa (Nirvana’ya) erebilmek için nefsanî arzuları terk etmek gerekir. Nefsanî arzuları yenmenin en iyi yolu da oruç tutmaktır. Hintliler’in dini olan Brahmanizm’de mahalli ayların 11. ve 12. günlerinde oruç tutulur. (bk. Uysal, s. 4-5)
Tevrat’ta bazı günlerde oruç tutulması emredilmektedir. (Tevrat, Çıkış, 34/18) Yahudilikte tutulması gereken yegâne oruç “Yom-Kippur” adı verilen “kefaret orucu” dur. En büyük ibadet günlerinden biri olan “Kippur” günü en büyük oruç günü kabul edilir ve bu günde oruç tutmak farzdır. (bk. Levililer, 16/29-31; Sayılar, 29/7)
İnciller’de oruç ibadetinden övgü ile söz edilir. (bk. Matta, 4/1-3, 6/16-19; 9/4; Markos, 2/19; Luka, 5/33-38) Katolik Hıristiyanlıkta iki oruç vardır: Şükran orucu ve Kilise orucu.
Hıristiyanlar genellikle çarşamba, cuma ve cumartesi günleri oruç tutarlar. Çünkü bu günler tövbenin kabul edildiği günlerdir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberlikle görevlendirildiği zaman Hicaz bölgesinde oruç ibadeti vardı.
Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin “âşûrâ” orucu tuttuklarını gördü, kendilerine bu orucu niçin tuttuklarını sordu. Onlar, “Bu gün hayırlı bir günüdür, bu günde Allah İsrailoğulları’nı düşmanlarından kurtardı. Musa (a.s.) bu günde oruç tuttu” cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), ‘Biz Musa’ya sizden daha evla ve layığız’ dedi ve âşûrâ orucunu tuttu ve ashabına da tutmalarını emretti. (Buhârî, “Savm”, 69; Müslim,”Sıyâm”, 128; Tirmizî, “Savm”, 49)
Peygamberimiz (s.a.s.), Ramazan orucu farz kılınmadan önce “eyyâm-i bîd” olarak nitelenen kamerî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde de oruç tutardı. (Ahmed, V, 246; Tirmizî, “Savm”, 41, 54)
Ramazan orucu, hicretten bir buçuk sene sonra Medine’de Bedir Savaşı öncesinde Bakara suresinin 183. ayetinin inmesiyle farz kılınmıştır. Ayet şöyledir: “Ey müminler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.“ (Bakara, 2/183)
“(Oruç), sayılı günler(dedir). Sizden kim hasta ya da yolcu olur (da orucunu tutamazsa daha sonra) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. (Yaşlılık veya tedavi edilemeyen bir hastalık nedeniyle) oruca zorlukla güç yetirenler, bir yoksul doyumu fidye verirler. Bununla birlikte kim bir hayır yaparsa (daha fazla fakiri duyurursa) bu, kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.“ (Bakara, 2/184)
ORUÇ TUTMAKLA YÜKÜMLÜ OLANLAR
Ramazan ayına ulaşan akıllı, ergenlik çağına gelmiş erkek ve kadın her Müslüman oruç tutmakla yükümlüdür.ORUÇ TUTMAMAYI MUBAH KILAN MAZERETLER
“Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar“ (Bakara, 2/286)
“Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez“ (Bakara, 2/185) buyrulmuştur.
Oruç tutmamayı mubah kılan bu özel durumlar şunlardır:
1. Hastalık
Ramazan ayı içersinde oruç tutamayacak derecede hasta olanlar ile oruç tuttuğu takdirde hastalığının artacağından endişe edenler oruç tutmayı ertelerler. Bu durumda, kişisel endişeler değil, tıp uzmanlarının tespitleri dikkate alınır. Daha sonra sağlıklarına kavuştukları zaman tutamadıkları oruçları kaza eder
Bu konuda ruhsat şu ayete dayanmaktadır:
“Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar.” (Bakara, 2/184)
2. Yolculuk
Dinî anlamda yolcu, en az 90 km. mesafedeki bir yere gitmek üzere bulunduğu şehirden ayrılan ve gideceği yerde Hanefilere göre 15 günden az bir süre, Şafiî mezhebine göre giriş ve çıkış günleri hariç dört günden az bir süre kalacak olan kimsedir. (Şirâzî, 11, 590) Bir kimse Ramazan günlerinde yolcu olursa oruç tutmayabilir. Tan yerinin ağarmasından yani oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkan kimse ise o günkü orucu bozmaz, oruçlu olmaya devam eder. Ancak orucu bozacak olursa, sadece kaza gerekir, kefaret gerekmez. (Mevsîlî, I, 134)
Yolculuk sebebi ile tutulamayan oruçlar, Ramazan ayından sonra kaza edilir. Kur’ân-ı Kerim’de bu husus yukarıda zikrettiğimiz ayette açıkça beyan edilmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s.) çıktığı bir yolculukta oruç tutmamıştır. (Tirmizî, “Savm”, 18) ve başka bir münasebetle de şöyle buyurmuştur: “(Eğer sıkıntı veriyorsa) yolculukta oruç tutmak iyilikten değildir.“ (Tirmizî, “Savm”, 18)
Bu hadisin hükmü, oruç tutunca sıkıntıya düşecek misafirler için söz konusudur. Bir kimseye misafirlikte oruç tutmak sıkıntı vermeyecekse oruç tutabilir. Nitekim sahabeden, Hamza b. Amr el-Eslemî, Hz. Peygamberden misafirlikte iken oruç tutup tutamayacağını sormuş, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.),
“İstersen oruç tut istersen tutma“ cevabını vermiştir. (Tirmizî, “Savm”, 19)
Misafirlikte iken sahabeden bazısı oruç tutmuş bazısı tutmamıştır. (Tirmizî, “Savm”, 18) Ne oruç tutanlar tutmayanları ne de tutmayanlar oruç tutanları ayıplamıştır. Gücü ve sağlığı yerinde olan tutmuş, zayıf olanlar tutmamıştır. (Tirmizî, “Savm”, 18)
3. Hamilelik
Hamile kadınlar da doğacak çocuğun gelişmesinden endişe edilmesi halinde oruç tutmazlar. (Tirmizî, “Savm”, 21) Daha sonra tutamadıkları oruçları kaza ederler. Hamilelik bu konuda hastalık hükmündedir.
4. Emzikli Olma
Çocuk emzirmek durumunda olan kadınlar, tıpkı hamile kadınlar gibi, süt emen çocuğun sütten kesilip gıdasız kalmasından endişe edilmesi halinde oruç tutmazlar. Daha sonra tutamadıkları oruçları kaza ederler. Süt emen çocuğun emziren kadının kendi çocuğu olması ile başkasının çocuğu olması arasında fark yoktur. Şu kadar var ki, başkasına ait bir çocuğun emzirilmesi durumunda, çocuğu emzirecek başka kadının bulunmaması gerekir.
5. Yaşlılık
Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan ve artık oruç tutma imkânı bulamayan kimseler oruç tutmazlar. Oruç tutmadıkları her gün için bir fıtır sadakası miktarı fidye verirler. Kur’ân’da konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:
“(Yaşlılık ve hastalık gibi meşru bir sebeple) oruca zor güç yetirenler (oruç tutmazlar ve) bir yoksul doyumu fidye Verir.” (Bakara, 2/184)
6. Dayanılmayacak Derecede Açlık ve Susuzluk
Oruç tutması halinde açlık ve susuzluk sebebiyle sağlık yönünden herhangi bir tehlike ile kaşı karşıya kalacak olan kimse oruç tutmayı başka bir zamana erteler. Bu konuda doğacak zarar tecrübe veya uzman bir doktorun beyanı ile anlaşılır.
“Hz. Peygamber Efendimiz, bir yolculuk sırasında bir kalabalık ve gölgelendirmeye çalıştıkları bir adam gördü, “Bu nedir? diye sordu. ‘Oruçlu biri, (fenalık geçirdi)’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasûlullah “Yolculuk sırasında oruç tutmak iyilik değildir’ buyurdu.” (Buhârî, “Savm”, 35)
7. Çok Ağır İşlerde Çalışmak
Çok ağır işlerde çalışmak durumunda olan kimse, oruç tuttuğu takdirde sağlığının bozulacak olması halinde orucunu erteleyebilir.
Oruç tutmaya başlayan bir kimse çalıştığı iş sırasında sağlığı bozulacak derecede oruç tutmakta zorlanırsa orucunu bozabilir. Böyle meşru bir mazeret olmadıkça bozamaz. (Bilmen, s.304)
Bedir ve Mekke’nin fethi savaşı Ramazan ayına denk gelmiş, sahabe savaşın yoğunluğu ve sıkıntısı sebebiyle oruç tutmamıştır. Konu ile ilgili olarak Hz. Ömer şöyle demiştir:
“Rasûlullah ile Ramazan ayında Bedir ve Mekke’nin fethi savaşlarını yaptık. Her iki savaşta da oruç tutmadık.” (Tirmizî, “Savm”, 20) Hatta sahabeden Ebû Said (r.a.), “Peygamberimiz Ramazan ayında yönettiği bir savaşta başladığımız orucu bozmamızı emretti” demiştir. (Tirmizî, “Savm”, 20)
Zikredilen hadisler ve benzerleri, çok ağır işlerde çalışanların oruçlarını erteleyebileceklerine delalet etmektedir.
8. Geçici Olarak Aklını Yitirmek, Bayılmak
Geçici olarak aklını yitiren veya Ramazan ayının tamamını baygın ya da aklı başında olmaksızın geçiren kimse oruç tutmakla yükümlü değildir. Çünkü bu durumda olan kimse, hükmen Ramazan ayına ulaşmamış sayılır. Fakat Ramazanın bazı günlerinde iyileşirse o günlerde oruç tutar ve oruçlu geçirmediği günleri Ramazandan sonra kaza eder.
ORUÇ FİDYESİ ve İSKAT-I SAVM
Sözlükte insanı içinde düştüğü bir durumdan kurtarmak için verilen bedel anlamına gelen “fidye”, dinî bir terim olarak, yerine getirilemeyen bir ibadetin veya ibadette meydana gelen bir eksikliğin yükümlülüğünden kurtulmak için ödenen maddî bedeldir.
1. Oruç Fidyesi
Oruç fidyesi, oruç tutmaya gücü yetmeyecek derecede yaşlı veya tedavisi mümkün olmayan hastaların, oruç tutamayıp bu oruçları kaza etmekten de ümit kesmeleri halinde, oruçsuz geçirilen her gün için ödedikleri fidyedir.
Oruç tutması mümkün olmayanların fidye ödemeleri gerektiği Kur’ân’da şöyle beyan edilmektedir:
“Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zor güç yetirenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.“ (Bakara, 2/184)
Oruç fidyesi tıpkı fıtır sadakası gibi bir fakiri bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir. Fidye amacı ile yemek yedirmek günümüzde pratik olmadığı için fidye yerine bir günlük yemek bedelinin verilmesi tercih edilmektedir.
Tutulamayan oruçların fidyesi hayatta iken ödenemezse, fidyenin ödenmesi vasiyet edilir. Böyle bir vasiyet yapılmışsa ve yükümlünün bıraktığı mirasın üçte biri bu ödemeyi yapmaya yetiyorsa, fidyelerin ödenmesi mirasçılar için dinî bir görevdir. Böyle bir durum yoksa mirasçıların söz konusu fidyeleri teberru olarak ödemeleri tavsiye edilir.
Tutulamayan oruçların fidyesi toplam olarak bir tek fakire verilebileceği gibi, birden çok yoksula da dağıtılabilir. Şu kadar var ki, bir kişiye verilen miktar, bir kişiyi bir gün doyuracak miktardan az olmamalıdır.
İleri düzeyde yaşlı ve aşırı hasta olanların oruçlarını tutma ihtimalleri çok düşük olduğu için bu ihtimal yok sayılarak fidye ödeme cihetine gidilmiştir. Tutamadığı oruçların fidyesini veren kimse bir şekilde oruç tutabilecek hale gelirse verdiği fidye sadakaya dönüşür. Tutulamamış olan oruçlar kaza edilir.
Hiçbir şekilde fidye vermeye gücü yetmeyen çok yaşlılar ve hastalar noksanlıklarının affedilmesi için dua ederler, başka bir şey yapmaları gerekmez. Çünkü “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” (Bakara, 2/286)
Fidyelerin bir an önce ödenmesi tavsiye edilir. Ancak ertelenmesinden dolayı bir şey gerekmez.
İleri düzeyde yaşlılık ve ağır hastalık dışındaki hayız, nifas, yolculuk gibi meşru mazeretlerden biri sebebi ile tutulamayan oruçlar için fidye söz konusu değildir. Bu gibi durumlarda, söz konusu mazeretin ortadan kalkması ile tutulamayan oruçların bizzat yükümlü tarafından kaza edilmesi gerekir.
2. İskat-ı Savm
“İskat”, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi dinî mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür sorumluluklardan kurtulması anlamına gelir.
“İskat-ı savm” ise bir kimse sürekli mazereti sebebi ile tutamadığı oruçların fidyesi ödemeden yahut geçici mazereti ortadan kalktığı halde oruçları kaza etmeden ölürse, öldükten sonra bu kimsenin yerine oruç fidyesi ödenmek sureti ile oruç borçlarının düşürülmesi demektir.
Kur’ân-ı Kerim’de,
“Orucu zorlukla tutabilenler bir yoksul doyumu fidye öder” buyrulmaktadır. (Bakara, 2/183)
Bu ayetin hükmüne göre, oruca dayanamayan veya mazeretleri sebebiyle Ramazanda ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan aciz olan kimselerin, her bir oruç günü için fidye ödemeleri yeterlidir.
İslâm bilginlerinin çoğunluğu, bu ayetteki “oruç yerine fidye ödenmesi” hükmüne illet olan niteliğin “acizlik” olduğuna hükmederek, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutamamış ve kaza etmeden ölen Müsümanların oruç borçları için fidye ödeyeceğini, hatta bu konuda vasiyette bulunmaları gerektiğini ifade etmişlerdir. Çünkü ölen kimse de artık oruç tutmaktan acizdir. Bu kimselerin durumu, tutamadıkları oruca karşı fidye vermeleri ayet ve hadisle sabit olan kişilerin durumuna kıyas edilebilir. Ölenin bu konuda vasiyeti varsa, bu kıyas hükmü daha da kuvvet kazanmış olur. Bu itibarla, çeşitli sebep ve zaruretlerle oruç tutmamış, zaman ve fırsat bulduğu halde kaza da etmemiş bir kimse ölüm esnasında şayet malı varsa borçlu olduğu her gün için, fakire bir fidye verilmesini vasiyet etmelidir. Bu takdirde, defin masrafı ve varsa borçları düşüldükten sonra, terekenin üçte birinden bu vasiyetinin ifası gerekir. Üçte ikisi varislerin hakkıdır.
Vasiyet yoksa mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir. Fakat isterlerse, ölen kişinin miras bıraktığı maldan; miras bırakmamışsa veya bıraktığı mal yetmiyorsa varisler, kendi mallarından teberru olarak da oruç fidyesini verebilirler. Bir hadis-i şerifte; “Kim ölür ve üzerinde bir aylık oruç borcu olursa (velisi) her günü için bir fakiri doyursun“ buyurulmuştur. (Tirmizî, “Savm”, 23) Oruç için bu şekilde yapılacak iskat, dinî hükümlere uygundur.
ORUCU BOZAN ve BOZMAYAN ŞEYLER
Orucun esas yapısını oluşturan yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma esaslarından birinin ihlal edilmesi ile oruç bozulur. Başlanan ve hangi sebeple olursa olusun bozulan orucun kaza edilmesi gerekir. Ramazan orucunun bozulması halinde ise, orucu bozan işlemin çeşidine göre ya hem kaza, hem kefaret, ya da sadece kaza gerekir.
“Kaza” sözlükte -diğer anlamları yanında- “yerine getirmek” demektir. Dinî bir terim olarak ise, yine sözlük anlamı doğrultusunda, zamanında usulüne göre yerine getirilemeyen veya başlandıktan sonra bozulan namaz, hac ve oruç gibi ibadetlerin, başka bir zamanda yerine getirilmesi demektir.
“Kefaret” sözlükte örtmek, yok etmek, ortadan kaldırmak demektir. Dinî bir terim olarak ise, işlenen bir takım günahların, meydana gelen kusur ve eksikliklerin Allah Teâlâ tarafından affedilmesi için yine O’nun tarafından belirlenmiş bazı vesileler demektir.
Oruç kefareti; Ramazan ayında her hangi bir özür bulunmaksızın orucunu kasten kendi isteği ile bozan kimseye gereken kefarettir. Ramazan orucundan başka oruçların bozulması ile kefaret gerekmez.
Oruç kefareti, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in uygulaması ile düzenlenmiştir. (Buhârî, “Savm”, 30) Buna göre, oruç kefareti; köle azat etmek veya peş peşe iki kamerî ay oruç tutmak ile buna güç yetiremiyorsa altmış Müslüman fakirin birer gün doyurulması ile yerine getirilmiş olur. Yemek yedirmek yerine yemeğin ücretini ödemek de geçerlidir.
Kefaretin tahakkuk etmesi için orucu kasten kendi isteği ile bozmaktan başka ayrıca, Ramazan orucuna imsakten önce niyet etmiş olmak ve niyetten önce veya sonra, hastalık gibi oruç tutmamayı / bozmayı gerektiren bir durumun ortaya çıkmamış olması gerekir. Aksi takdirde yalnızca kaza gerekir. Bilinçli bir Müslüman’ın, dinen geçerli bir mazeret yok iken kasıtlı olarak Ramazan orucunu bozması uzak bir ihtimal olarak görülmelidir. Kefaret ile birlikte ayrıca tövbe etmek ve bir daha aynı günahı işlememek gerekir.
Kefaret orucu ara verilmeden peş peşe tutulmalıdır. Bu sebeple, kadınların hayız (aybaşı) halleri dışında her hangi bir sebeple bir gün de olsa ara verilecek olsa yeniden başlamak gerekir. Bu sebeple kefaret orucu tutacak olanların, başlamadan önce oruç tutmalarının mümkün olmayacağı zamanları dikkate almaları gerekir. Bundan dolayı özellikle, kefaret orucu günlerinin hiçbir şekilde Ramazan orucu günleri ile oruç tutulmayan bayram günleri (Ramazan Bayramı’nın birinci günü ve Kurban Bayramı’nın dört günü ) ile çakışmaması gerekir.
Bir Ramazanda birden fazla veya birkaç Ramazanda mazeretsiz olarak bozulan oruçların tamamı için bir kefaret gerekir.
Kaza ve kefaret kavramları hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, şimdi orucu bozan ve bozmayan şeylere geçebiliriz. Orucu bozan şeyler hem kazayı, hem de kefareti gerektirenler ve yalnızca kazayı gerektirenler olmak üzere iki kısımda incelenir.
Hem Kaza Hem Kefaret Gerektiren Şeyler
Orucu bozup hem kazayı hem de kefareti gerektiren şeyler, geçerli bir özür olmaksızın aşağıdakilerden birini bilerek, kasten ve irade ile yapmak orucu bozar, hem kaza ve hem de kefaret gerektirir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Allah’ın tanıdığı bir ruhsat bulunmaksızın Ramazan orucunu bozan bir kimse bütün yılı oruçla geçirse yine de bunu ödemiş olmaz.” (Ebû Dâvûd, “Sıyam”, 38)
Bunlar temelde iki başlık altında toplanır:
a) Cinsel İlişkide Bulunmak
Oruçlu iken cinsel ilişkide bulunmak her iki taraf için de kaza ve kefareti gerektirir. Konu ile ilgili olarak Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir:
“Peygamberin (s.a.s.) yanında oturuyorduk. Bir adam çıkageldi ve -“Ey Allah’ın Rasûlü, helak oldum!” dedi. Rasûlullah, -“Neyin var?” diye sorunca adam, -“Oruçlu iken eşimle cinsel ilişkide bulundum” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah, -“Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?” diye sordu. Adam, -“Hayır!” dedi. Rasûlullah -“Altmış fakiri doyurabilir misin?” dedi. Adam yine -“Hayır” dedi. Rasûlullah bir şey söylemedi, aradan bir müddet geçti. Biz konuyu müzakere ediyorduk ki Rasûlullah ‘a ağzına kadar hurma dolu bir sepet getirdi. Hz. Peygamber, “Soru soran adam nerede”? dedi. Adam, -“Soru soran benim” deyince Rasûlullah, -“Şunu al ve sadaka olarak dağıt” buyurdu. Bu sefer adam, -“Benden daha fakir birine mi ya Rasûlellah? Allah’a yemin ederim ki, Medine vadisinde benim ev halkımdan daha fakir bir ev halkı yoktur” dedi. Adamın bu sözleri üzerine Rasûlullah azı dişleri görünecek şekilde güldü ve -“Hurmaları kendi ev halkına yedir” buyurdu. (Buhârî, “Savm”, 30; “Hibe” 20, “Nafakât”, 13, “Keffârat”, 2-1; Müslim, “Sıyam”, 81; Ebû Dâvûd, “Tahâre”, 123, “Savm”, 37; bk.. Tirmizî, “Savm”, 23)
Cinsel ilişkinin orucu bozup hem kaza hem de kefareti gerektirdiği konusunda bütün mezhepler ittifak halindedirler ve hepsinin dayandığı delil yukarıdaki hadistir. Kefaret hakkında bu hadisten başka delil yoktur.
b) Gıda veya Gıda Hükmünde Olan Bir Şey Almak
Yemek, içmek, her türlü alkollü içki ve uyuşturucu maddelerin alınması ve kullanılması bu kategoriye girer.
“Yemek”, normal olarak yenilen pişmiş, çiğ veya kurutulmuş her çeşit et ve et ürünleri, her türlü sebze ve meyve, her türlü hububat ve bunlardan elde edilen ürünleri kapsamına alır.
Hanefiler bir şey yiyip içerek Ramazan orucunu bozan kimseyi cinsel ilişkide bulunmak suretiyle orucunu bozan kimsenin durumuna benzetmişlerdir.
Şafiîlere göre kefaret sadece cinsel ilişkide bulunan kimse için gerekir. Yiyip içerek orucunu bozan kimse, günahkâr olur, ancak kefaret gerekmez sadece kaza gerekir. (Şirazî, II, 610; Şirbinî, II, 178)
2. Yalnız Kazayı Gerektiren Şeyler
Aşağıdakilerden birini yapmak orucu bozar, kefaret gerektirmez, sadece kaza etmeyi gerektirir:
a) Hata ile bir şey yemek ve içmek
Mesela oruçlu olduğu hatırında olan bir kimsenin abdest alırken boğazına su kaçırması orucu bozar, sadece kazayı gerektirir.
b) Kabuklu fındık, kabuklu badem, kâğıt, pamuk gibi şeyleri bilerek, kasten yutmak.Bunları yapmak şeklen bir şey yemek anlamı taşıyorsa da gıdalanma ve beslenme niteliği taşımadığı için kefaret gerekmez.
c) Buruna alınan suyun, dişe konan ilacın içeriye kaçması.
d) Dişler arasında kalan büyük kırıntıyı yutmak. (Nohut tanesi kadar olan şey çok, daha küçük olan ise az kabul edilmiştir.)
e) Buğday veya susam tanesi kadar bir şeyi ağza dışarıdan alıp yemek / yutmak.
f) Henüz vakit var zannı ile fecrin/tan yerinin ağarmasından sonra veya güneş battı zannı ile henüz güneş batmadan iftar etmek.
Çünkü hata ile yeme ve içme söz konusudur.
g) Orucu bozan şeyleri bir başkasının zorlaması ile yapmak kazayı gerektirir.
h) İsteyerek ağız dolusu kusmak ve isteyerek kusmuğu yutmak. Peygamberimiz (s.a.s.)
“Kim irade kusarsa orucu bozulmaz, kim isteyerek kusarsa orucu bozulur ve kazası gerekir” buyurmuştur. (Tinmizî, “Savm”, 25)
3. Orucu Bozmayan Şeyler
Bilerek ve isteyerek yapılması halinde orucu bozan şeyler unutarak yapıldığında oruç bozulmaz. Bu konuda Ramazan orucu ile diğer oruçlar arasında fark yoktur. Unutularak yapıldığında bu eylemler sırasında oruçlu olduğunu hatırlayan kimse derhal oruca aykırı olan işi terk edip oruca devam eder. Oruçlu olduğunu hatırlar ve yine devam ederse bilerek ve isteyerek orucunu bozmuş olur.
Bu genel prensipten sonra orucu bozmayan bazı şeyleri maddeler halinde sıralayalım:
a) Oruçlu olduğunu unutarak yemek, içmek, cinsel ilişkide bulunmak.
Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kim oruçlu iken unutarak yerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirmiş ve içirmiştir” (Buhârî, “Savm”, 26) buyurmuştur. (benzeri için bk. Tirmizî, “Savm”, 26)
Unutarak yiyen içen kimse, oruç tutmaktan aciz değil ise oruçlu olduğunu kendisine hatırlatmak gerekir, hatırlatmamak mekruhtur. Eğer oruç tutmaktan aciz ise hatırlatmamak daha iyidir.
b) Düşünmek veya bakmak sureti ile menisini getirmek. Ancak böyle yapan kimse günahkâr olur.
c) Göze sürme çekmek. Hz. Peygamber (s.a.s.) Ramazanda oruçlu iken sürme kullanmıştır. (Tirmizî, “Savm”, 30)
d) Diş fırçası veya misvak kullanmak.
Peygamberimiz oruçlu iken dişlerini misvak ile temizlerdi. (Tirmizî, “Savm”, 29)
e) Ağzı çalkaladıktan sonra ağızda kalan yaşlığı tükürükle birlikte yutmak, genizden burun içine gelen akıntıyı yutmak.
f) Dişlerin arasından çıkan ve mideye ulaşmayacak kadar küçük olan kırıntıyı yutmak.
g) Boğaza ve genze kaçırmamak kaydıyla ağzı çalkalamak, burna su çekmek.
h) Yıkanmak, yüzmek.
ı) Eşini Öpmek (Tirmizî, “Savm”, 31)
i) Vücuduna koku sürünmek.
j) Boğaza duman ve toz gibi şeylerin girmesi.
Çünkü bunlardan sakınmak mümkün değildir.
* Sigara ve benzeri şeylerin dumanını isteyerek içine çekmek orucu bozar ve hem kaza, hem kefaret gerekir.
k) İradesi dışında ağız dolusu kusmak,
l) İsteyerek ağız dolusundan az kusmak,
m) Kusmuğu istemeden yutmak,
n) İsteyerek ağız dolusu kusmak ve isteyerek kusmuğu yutmakla oruç bozulur ve kaza gerekir.
o) Cünüp olarak sabahlamak.
p) İhtilam olmak
Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu bozmaz. Peygamberimiz (s.a.s.) “Üç şey orucu bozmaz: Kan aldırmak, (istem dışı) kusmak ve ihtilam olmak“ (Tirmizî, “Savm”, 24)
Buraya kadar fıkıh ve ilmihal kitaplarında zikredilen orucu bozan ve bozmayan şeyleri kısaca zikrettik. Ancak tedavi amaçlı eylemlere ve bunların orucu bozup bozmadıkları konusunda adı geçen kaynaklarda yer alan görüşlere değinmedik. Çünkü teknoloji ve tıbbın gelişmesi ile hem pek çok yeni tedavi yöntemi ortaya çıkmış, hem de öteden beri başvurula gelen yöntemlerin orucu bozup bozmayacağı noktasından fıkıh kıstaslarına göre yeniden değerlendirilmeleri imkânı doğmuştur. Bu bakımdan orucu bozup bozmamaları bakımından bazı muayene ve tedavi yöntemlerinin yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerekmiştir. Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, konuyu ele alarak görüşüp değerlendirmiş ve karara bağlamıştır. Söz konusu kararın ( Din İşleri Yüksek Kurulunun 20.02.2005 tarihli kararı. ) ilgili maddelerini aynen aktarıyoruz:
4. Orucu Bozup Bozmamaları Bakımından Bazı Muayene ve Tedavi Yöntemleri
a) Astım Hastalarının Kullandığı Sprey
Akciğer hastalarının kullandıkları spreyden, bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları civarında emilerek yok olmaktadır. Bundan geriye bir miktarın kalıp tükürük ile mideye ulaştığı konusunda kesin bir bilgi de yoktur. Abdest alırken ağızda kalan su ile kıyaslandığında, bu miktarın çok az olduğu görülmektedir. Hâlbuki oruçlu, abdest alırken ağzına verdiği sudan geri kalan miktarın mideye ulaşması halinde orucun bozulmayacağı konusunda hadis (Dârimî, “Savm”, 21) ve İslâm bilginlerinin icmaı vardır. Ayrıca, misvaktan bazı kırıntıların ve kimyevi maddelerin mideye ulaşması kaçınılmaz olduğu halde, Hz. Peygamber’in oruçlu iken misvak kullandığı, sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır. (Buhârî, “Savm”, 27; Tirmîzî, “Savm”, 29) Diğer taraftan, “kesin olarak bilinen, şüphe ile bozulmaz” kaidesi gereğince, mideye ulaşıp ulaşmadığı konusunda şüphe bulunan bu şeyle oruç bozulmaz.
Bu itibarla astımlı hastaların, sağlığı oruç tutmalarına uygun olup başka bir hastalıkları da yoksa rahat nefes almalarını sağlamak amacıyla ağza püskürtülen oksijenli ilaç orucu bozmaz.
b) Göz Damlası
Uzman göz doktorlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20’si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Damlanın yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının, sindirim kanalına ulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu bilgiler, yukarıdaki bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde, göz damlası orucu bozmaz.
c) Burun Damlası
Tedavi amacıyla burna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0,06 cm3’tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu miktarda, mazmazada (ağzı çalkalamakta) olduğu gibi affedilmiştir.
d) Dilaltı Hapı
Bazı kalp rahatsızlıklarında dilaltına konulan ilaç, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu ilaç ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dilaltı kullanmak orucu bozmaz.
e) Endoskopi, Kolonoskopi Yaptırmak, Makat veya Ferçten Ultrason Çektirmek
Midedeki hastalığı tespit amacıyla mideyi görüntülemek veya mideden parça almak için yaptırılan endoskopide, ağız yoluyla mideye tıbbî bir cihaz sarkıtılmakta ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonlardaki hastalığı teşhis etmek amacıyla, bağırsak içini görüntülemek veya parça almak için yapılan kolonoskopide, makattan bağırsaklara cihaz gönderilmekte ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonoskopide, hemen daima, endoskopide de genellikle, incelenecek alanın temizliğini sağlamak amacıyla cihaz içinden su verilmektedir.
Endoskopi veya kolonoskopi yaptırmak; makat veya ferçten ultrason çektirmek; yeme, içme anlamına gelmemekle birlikte, çoğunlukla cihaz içinden su verildiği için oruç bozulur. Ancak söz konusu işlemlerde cihazların kullanımı sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir madde girmemesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozmaz.
f) İdrar Kanalının Görüntülenmesi, Kanala İlaç Akıtılması
İdrar kanallarına giren cihazlar veya akıtılan ilaçlar orucu bozmaz.
g) Anestezi
Acı ileten sinir yolları üzerinde iletimin değişik seviyelerde engellenmesi anestezi oluşturmaktadır. Lokal, bölgesel ve genel anestezi olmak üzere, üç türlü anestezi vardır. Küçük ameliyatlarda ameliyat bölgesinin yakın çevresine iletimi engelleyen ilaçların verilmesi ile oluşan anesteziye sınırlı uyuşturma denir. Vücudun daha geniş bölgeleri, örneğin belden aşağısı veya bir yarısı iletimin omurilik düzeyinde engellenmesi için omuriliğe veya omuriliğe varmadan geniş bir sinir grubunun oluşturduğu bağlantı yerleri üzerine ilaç verilerek oluşturulan anesteziye bölgesel anestezi denir. Hastanın uyutulup ağrının duyulması beyin düzeyinde engellenirse bu tür anesteziye genel anestezi denir.
Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme-içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, sınırlı uyuşturma, orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur.
h) Kulak Damlası ve Kulağın Yıkattırılması
Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç veya kulağın yıkattırılması orucu bozmaz.
Kulak zarında delik bulunsa bile, kulağa damlatılan ilaç, kulak içerisinde emileceği için, ilaç ya hiç mideye ulaşmayacak ya da çok azı ulaşacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, bu miktar oruçta affedilmiştir. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. Bu itibarla, orucu bozacak kadar suyun mideye ulaşması halinde oruç bozulur.
ı) Fitil Kullanmak, Lavman Yaptırmak
Ağrı kesici, ateş düşürücü olarak veya diğer bazı amaçlarla makattan; mantar ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde ferçten fitil kullanılmaktadır. Lavman, tıbbî operasyon öncesi veya kabızlıkta kalın bağırsak da bulunan dışkının, anüsten içeriye, sıvı verilerek dışarı çıkarılmasıdır.
Sindirim sistemi, ağızla başlayıp anüsle sona eren, sindirim borusu ile sindirim bezlerinden oluşur. Sindirim borusu ise, ağızla başlar. Ağzın gerisinde yutak bulunur. Sonra yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve anüs gelir. Sindirim ince bağırsaklarda tamamlanmaktadır. Kalın bağırsaklarda ise, sadece su, glikoz ve bazı tuzlar emilmektedir. Kadının ferci ile sindirim sistemleri arasında ise bir bağlantı bulunmamaktadır.
Bu itibarla kadınların fercinden kullanılan fitiller, orucu bozmaz. Makattan kullanılan fitiller ise, her ne kadar sindirim sistemine dâhil olmakta ise de, sindirim ince bağırsaklarda tamamlandığı, fitillerde gıda verme özelliği bulunmadığı ve makattan fitil almak yemek ve içmek anlamına gelmediği için, orucu bozmaz.
Lavman yaptırmak konusunda ise, iki durum söz konusudur; kalın bağırsaklarda su, glikoz ve bazı tuzlar emildiği için, gıda içeren sıvının bağırsaklara verilmesi veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde verilen suyun bağırsakta kalması durumunda oruç bozulur. Ancak, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi durumunda, verilen su ile birlikte bağırsaklarda bulunan dışkının dışarıya çıkarıldığı ve bu esnada emilen su da, çok az olduğu için oruç bozulmaz.
i) İğne Yaptırmak, Hastaya Serum ve Kan Vermek
İğnenin orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrıyı dindirmek, tedavi etmek, vücudun direncini artırmak, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar.
Ancak gıda ve/veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar. Hastaya serum veya kan verilmesi de, aynı hükme tabidir.
j) Diyaliz
Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz, periton diyalizi ve hemodiyaliz olmak üzere iki çeşittir.
Periton diyalizi, karın boşluğuna verilen özel bir solüsyon aracılığı ile, hastanın kendi karın zarı kullanılarak kanın zararlı maddelerden arındırılması ve sıvı dengesinin sağlanması işlemidir. Hemodiyaliz ise, kanın vücut dışında bir makine yardımı ile temizlenip vücuda geri verilmesi işlemidir. Kan bir iğne aracılığı ile hastanın kolundan alınır. Hemodiyaliz makinesi, “diyalizör” denen bir filtreden kanı sürekli geçirerek zararlı maddeleri ve fazla suyu filtre eder. Filtre edilen temiz kan ikinci bir iğne ile hastanın damarına geri verilir. Bu işlem yapılırken bazen, gıda içerikli sıvı verilmesi gerekmektedir.
Buna göre hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden gerçekleştirilen hemodiyalizde oruç bozulmaz. Diğer diyaliz çeşitlerinde ise, vücuda gıda içerikli sıvı verildiği için oruç bozulur.
k) Anjiyo Yaptırmak
Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhise yönelik (anjiyografi) ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hale gelmesini sağlayan ve “kontrast” madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların “balon” ya da “stent” denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır.
Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse “anjiyoplasti” operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.
l) Biyopsi Yaptırmak
Tahlil amacıyla vücudun herhangi bir organından parça alınması (biyopsi), orucu bozmaz.
m) Kan Vermek
Kan vermenin orucu bozup bozmayacağı konusunda, Hz. Peygamber’den rivayet edilen “Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur” (Ebû Dâvûd, “Sıyam”, 28) hadisinden hareketle bazı İslâm bilginleri kan vermekle orucun bozulacağını söylemişlerdir. Din bilginlerinin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber’in oruçlu iken hacamat olduğuna dair rivayeti (Buhârî, “Savm”, 32; Ebû Dâvûd, “Sıyam”, 29) esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağını söylemişlerdir.
Bu iki hadis ve diğer rivayetler birlikte değerlendirildiğinde, “Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur” hadisinin “hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır.” şeklinde anlaşılmalıdır. Zira hacamat yapan kişi emerek kanı aldığı için boğazına kan kaçma ihtimali, hacamat yaptıranın ise zayıf düşeceğinden yeme içme zorunda kalma ihtimali bulunmaktadır. Nitekim Enes b. Malik de, hacamat yaptırmanın oruçluyu zayıf düşüreceğinden dolayı hoş karşılanmadığını söylemiştir. (Buhârî, “Savm”, 32)
Bu itibarla, oruçlu iken kan vermek orucu bozmaz.
n) Merhem ve İlaçlı Bant
Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz.
4. Oruç ile İlgili Bazı Meseleler
a) Devamlı olarak uzun yola gidenler oruç ibadetini nasıl yerine getirir?
Dinen yolcu sayılan kimseler, isterlerse Ramazan orucunu erteleyebilir, daha sonra imkân bulunca tutamadığı oruçlarını kaza ederler. Yolculuk orucu ertelemek için bir mazerettir. (Bakara, 2/185) Bu mazeret devam ettiği sürece ruhsat da devam eder. Bu tür mazereti olanlar namazlarını erteleyemezler, ancak seferi sayıldıkları sürece dört rek’atlı farz namazları iki rek’at olarak kılarlar.
b) Yıkanmak ve denize girmek orucu bozar mı?
Ağız veya burundan su alıp yutulmadıkça, oruçlu kimsenin yıkanması veya denize girmesi orucuna zarar vermez. Peygamberimiz Ramazan’da imsaktan sonra yıkanmıştır. (Buhârî, “Savm”, 22)
c) Parfüm ve kolonya kullanmak orucu bozar mı?
Parfüm veya kolonya kullanmak orucu bozmaz.
d) Oruçlu kimse diş tedavisi yaptırabilir mi?
Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması orucu bozar.
e) Makyaj yapmak veya yaptırmakla oruç bozulur mu?
Krem sürmek, makyaj yapmak veya yaptırmakla oruç bozulmaz.
f) Oruçlu kimse akupunktur yaptırabilir mi?
Akupunktur; vücutta belirli noktalara iğne batırmak suretiyle çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur. Akupunktur uygulanması halinde, vücudun beslenmesi, gıda alması söz konusu olmadığından, akupunktur yaptırmak orucu bozmaz.
g) Üç ayların (Recep, Şaban, Ramazan aylarının) aralıksız olarak oruçla geçirilmesinin dinî hükmü nedir?
Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Recep ve Şaban aylarında ise; Hz. Peygamber’in diğer aylara oranla daha fazla nafile olarak oruç tuttuğu beyan edilmiştir. Ancak Recep ve Şaban aylarında Hz. Peygamber’in aralıksız oruç tuttuğuna dair sahih kaynaklarda herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Recep ve Şaban aylarının aralıksız olarak oruçlu geçirilip Ramazan ayına eklenerek peş peşe üç ay oruç tutulmasının dinî bir dayanağı yoktur.
h) Kaza oruçlarının aralıksız olarak tutulması gerekir mi?
Kaza oruçlarının aralıksız tutulması hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu itibarla, kazaya kalan oruçlar oruç tutulması mekruh olan günler dışında, ardı ardına veya ayrı olarak tutulabilir.
ı) Uçakla seyahat edenler iftar zamanlarını nasıl belirlerler?
Seyahate çıkan Müslümanın, imsak ve iftarını bulunduğu yerin takvimine göre yapması gerekir. Uçakla seyahat eden oruçlu kişi de, aynı prensibe göre uçuş esnasında uçağın üzerinde bulunduğu yere göre imsak ve iftar yapmalıdır.
i) Nafile oruç tutan bir Müslüman bir yemeğe davet edildiği zaman orucunu bozabilir mi?
Müslümanın davetine icabet etmek dinî bir görevdir. Bu itibarla bir yemeğe davet edilen Müslüman, davete katılıp orucunu bozabilir, hatta bozması daha uygun olur. Sahabe-i kiram’dan Peygamberimizin yanında nafile orucu bozanlar olmuştur. (Tirmizî, “Savm”, 34-35)
j) Güneşin hiç batmadığı veya gece ve gündüzün oluşmadığı yerlerde yaşayan Müslümanlar nasıl oruç tutarlar?
Vakitleri güneş veya ayın hareketlerine göre belirlenen namaz, oruç ve hac gibi belirli vakitlerde yerine getirilen ibadetler, vakitlerin normal oluştuğu beldeler dikkate alınarak düzenlenmiştir. Güneşin hiç batmadığı ve şafağın hiç kaybolmadığı veya gündüzün 24 saatten fazla devam ettiği yörelerde yaşayan Müslümanlar vaktin normal olduğu en yakın beldeyi esas alarak oruçlarını tutarlar. Bunun delili şu hadis-i şeriftir:
Sahabeden Nevvâs b. Sem’ân şöyle demiştir: Peygamber (s.a.s.), Deccal’dan söz etti. Bunun üzerine, “Ey Allah’ın Rasûlü! O yeryüzünde ne kadar kalacak?” diye sorduğumuzda buyurdu ki: “40 gün kalacak. Bir günü bir sene gibidir. Bir günü bir ay gibidir. (Başka) bir günü de bir cuma günü gibidir. Diğer günleri ise (şu anki) günleriniz gibidir. Ya Rasûlallah! Bu bir sene gibi olan günde bir günlük namaz kâfi gelir mi, dedik. O, “hayır o günü (normal günlere göre) takdir edin buyurdu…” (Müslim,”Fiten”, 110)
ORUCUN MEKRUHLARI
Oruçluya mekruh olan bir takım işler vardır ki onları şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Visal orucu tutmak
Visal orucu, arada bir şey yemeden, içmeden iki günlük orucu birleştirerek tutmaktır. Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayet ettiğine göre; “Rasûlullah (s.a.s.) visal orucu tutmayı yasakladı. Müslümanlardan birisi; —Ey Allah’ın Rasûlü, siz visal orucu tutuyorsunuz deyince, —Hanginiz benim gibisiniz? Rabbim beni geceleyin yedirip içiriyor” cevabını verdi. (Buhârî, “Savm”, 49)
b) Sakız çiğnemek
Bu, çiğnenen sakızın bir kısmının yahut tamamının mideye kaçma ihtimali ve kişinin orucu bozduğu zannına sebep olabilmesi dolayısı iledir. Misvak ve diş fırçası kullanmak mekruh değildir. Eğer çiğnenen sakızda şeker ve benzeri katkı maddeleri varsa oruç bozulur.
c) Oruçlu kimsenin, yağ, bal, çorba gibi şeylerin tadına bakması, bir şeyi ağzında çiğnemesi mekruhtur.
Zorunluluk olması halinde anne yiyeceği ağzında lokma yapıp bebeğine yedirebilir.
d) Daha ileri gitme konusunda kendinden emin olmayan kimsenin, eşini öpmesi, okşaması mekruhtur.
TERAVİH NAMAZI
“Teravih” kelimesi rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen “tervîha” sözcüğünün çoğuludur. Din ıstılahında ise teravih; Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namazdır.
Teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamberimiz kendisi teravih namazı kılmış ve müminlerin de teravih namazını kılmalarını teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte
“Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, “Salâtü’t-Teravih”, 1; Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn” 174) buyurulmuştur.
Hz. Aişe Peygamberimizin teravih namazı kılması ile ilgili olarak şu bilgiyi vermiştir: “Bir gece yarısı camiye gidip teravih namazı kıldı, insanlar da onunla birlikte kıldılar. Sabah olunca insanlar bunu birbirlerine anlattılar. Bunun üzerine ertesi gece camide daha çok cemaat toplandı. Hz. Peygamber mescide geldi teravih namazı kıldı, halk da ona uyup teravih namazı kıldı. Sabah olunca bu durumu halk yine birbirine anlattı. Üçüncü gecede camiye daha çok insan geldi. Hz. Peygamber mescide gelip teravih namazı kıldı, cemaat de onunla birlikte teravih namazı kıldı. Dördüncü teravih namazı kılmak üzere gelen halkı cami almadı. Fakat Hz. Peygamber teravih kılmak üzere camiye gitmedi. İnsanlar “namaz!” diye seslenmeye başladılar. Hz. Peygamber yine de camiye gitmedi. Nihayet sabah namazına gitti. Sabah namazını kıldırdı, cemaate döndü, kelime-i şahadet getirdi. Sonra şöyle konuştu. “Dün geceki durumunuzdan haberdarım. Sizin cemaatle teravih namazı kılmaya olan arzunuzu gördüm. Sizinle teravih namazı kılmaya engel bir durumum yoktu. (Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 177) Fakat gece namazı (yani teravih namazı) size farz olur da bundan aciz olursunuz diye korktum.” (Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 178)
Peygamberimizin zamanında bu üç günün dışında teravih cemaatle kılınmadı. Herkes kendisi kıldı. Bu durum Hz. Ömer’in devlet başkanlığı zamanına kadar devam etti. Hz. Ömer halife olunca, halkın camide dağınık bir şekilde kıldığı teravih namazının cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşündü. Übey ibn Ka’b’ı imam yaptı. Halkın Übeyy ibn Ka’b’in arkasında teravih namazı kıldıklarını görünce,
“Ne güzel bir uygulama oldu” dedi. (Malik, “Salât fi Rama¬zan”, 2)
Teravih namazı nafile bir ibadettir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle, teravih namazı evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekât olarak kılınabilir. Bu şekilde kılınması halinde yine sünnet yerine gelmiş olur. Ancak cemaatle camide kılmanın sevabı daha çoktur.
Peygamberimiz nafile olarak kıldığı gece namazlarını ikişer ikişer veya dörder dörder kılmıştır. (Malik, “Salâtü’l-Leyl”, 2; Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 12) Bu itibarla teravih namazı iki veya dört rekâtta bir selam verilerek kılınabilir. Dört rekât kılınınca biraz dinlenmek Müstehaptır. Bu dinlenmelerde lâ ilâhe illâllah ve salât ve selam cümleleri okunur.
Teravih namazını kıldıran imam, okuyuşu uzatarak cemaati bıktırmamalı; çabuk kıldırarak namaza noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta’dil-i erkâna riayet edilmesine özen gösterilmelidir.
Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir, bu itibarla mazeretleri sebebiyle oruç tutamayanlar da teravih namazı kılabilirler.
Hz. Muhammed Şaban ayının son günü bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Bereketli ve büyük bir ayın gölgesi üzerinize düşmüştür.
Bu öyle bir ay ki onda bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır.
O öyle bir ay ki Allah o ayda oruç tutmayı farz kılmış, gecelerini nafile ibadet (teravih namazı) ile geçirmeyi teşvik etmiştir.
Kim Ramazan ayında hayır işlerse Ramazan ayı dışında farz bir ibadeti yapan kimse gibi sevap kazanır.
Kim Ramazan ayında bir farzı eda ederse Ramazan ayı dışında yetmiş farzı eda eden kimse gibi sevap kazanır.
Ramazan ayı sabır ayıdır. (Ebû Dâvûd, “Savm”, 55) Sabrın sevabı ise cennettir.
Ramazan, yardım etme ve ihsanda bulunma ayıdır.
Bu ayda müminin rızkı artar.
Kim bu ayda oruç tutan bir mümine iftar yemeği verirse bu, günahlarının bağışlanması ve cehennem ateşinden azat olmasına vesile olur, iftar verdiği kimsenin oruç ile kazandığı kadar sevap kazanır, oruç tutanın sevabında da eksilme olmaz.
Sahabe, “Ey Allah’ın elçisi! Hepimiz iftar verecek güce sahip değiliz ki” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah, bu sevabı bir tek hurma veya bir bardak su veya bir içimlik süt ikramı ile de verir” buyurdu. (Konuşmasına şöyle devam etti):
Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır.
Kim bu ayda işçisinin / hizmetçisinin işini hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azat eder.
(Ey insanlar!) Ramazan ayında dört şeyi çok yapın.
Bunlardan ikisi ile Rabb’inizi razı edersiniz. Diğer ikisine ise sizin ihtiyacınız var.
Rabb’inizi razı edeceğiniz şeyler; kelime-i şahadet ve tövbe-i istiğfardır.
Sizin muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah’tan cenneti ister, cehennemden O’na sığınırsınız.
Kim oruç tutan bir mümine su ikram ederse Allah da onu benim (Kevser) havuzumdan içirir. Bu havuzdan içen cennete girinceye kadar bir daha susamaz.” (Münzirî, ıı, 94-95)
Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ Oruç İlmihalinden Sadeleştirilmiştir.