Güney Kaliforniya’ya kavurucu yaz sıcakları geçen haftadan itibaren iyice hakim oldu. Bu sıcaklarda bol bol sıvı tüketilmesi vücudun susuz kalmaması için oldukça önemli. Suyun yanı sıra ev yapımı limonata bizim ailecek en çok içtiğimiz içeceklerden biri. C vitamini deposu olmasının yanı sıra ferahlatıcı tadıyla bu sıcaklarda gerçekten hayat kurtarıcı oluyor bizim için limonata.
Ev yapımı limonata, çocukluğumda annemin mutfağından hiç eksik olmazdı. Limonatanın yanı sıra kızılcık şerbeti ve vişne suyu da yapardı annem. Yaz aylarının en ferahlatıcı lezzetleriydi bunlar bizim için. Yazın, Dikili’deki yazlık eve geçtiğimizde de annem kışlık evimizdeki aynı düzeni kurardı hemen mutfağına. Düdüklü tenceresini, oklavasını ve bilimum erzağını da yanında getirirdi yazlığa. Geriye bir tek Salı günleri kurulan (yıllar sonra bile hala hangi gün olduğunu hatırlıyorum) Dikili pazarına gidip taze sebze-meyve, meşhur peynircimizden koyun-keçi peyniri, kasaptan et-tavuk ve halden balık almak kalırdı. Yazlığı sattıktan yıllar sonrasına kadar peynircimiz, yılda bir kere sipariş ettiğimiz bir teneke peyniri Ankara’ya göndermeye devam etti. Annem, o tadına doyulmaz peynirden üşenmemiş taa buralara (biz Midwest’teyken) bile getirmişti. Pazara her gidişimizde sahildeki Roma dondurmacısından dondurma alıp pazar yorgunluğumuzu atardık. Orada yediğimiz karadut dondurmasının tadını hiç unutamam.
Dikili’ye vedamız çok hazin olmuştu, yazlık evi apar topar satıp eşyaları boşaltmaya gittiğimiz günü çok iyi hatırlıyorum. Annem binbir emekle sıfırdan yaptırdığı evinden ağlayarak ayrılmıştı. O zaman anlayamamıştım neden öyle hissettiğini, ama bugün çok iyi anlıyorum. Ayrılmakta zorlandığı şey evin kendisi değildi aslında. O evde yaşadığı güzel anılar, daha yaşanacak olan ama yarım kalanlar ve inşaatına ve bahçesine verdiği emeklerdi annemi o eve bağlayan ve veda etmesini güçleştirenler. Bir nevi, evin manevi olarak ifade ettiklerine bağlanmıştı annem.
Karabiber ağacı*
Bahçesinin her santimetre karesinde emeği vardı anneciğimin. Her bir bitkiyi, her bir meyve ağacını özenle seçmiş ve yetiştirmişti: ön bahçedeki çimin ortasındaki bodur palmiye, bahçenin köşesinde yolun tozunu engelleyen karabiber ağacı, bahçenin yan kapısının dibinde yerleri nadide bir halı güzelliğinde kaplayan süs minesi, yürüme yolunun kenarlarında ön bahçeden arka bahçeye geçenlere eşlik eden top şimşirler (altı tanesini söküp saksılara koyup Ankara’daki yeni evi bitince bahçesine dikmişti annem), arsızlığıyla ama bir o kadar da güzelliğiyle insanı hayretler içinde bırakan kedi tırnakları (ipek çiçeği),
Kedi tırnakları (ipek çiçeği)*
bahçenin iç kısmına duvar boyu dikilmiş her daim yeşil mazılar, arkadaki çimin ortasındaki kaktüs, yan duvarın üzerine doğru sarılmış görenleri hayrete düşüren saat çiçeği (gayet bariz akrebi ve yelkovanıyla çarkıfelek çiçeği olarak da bilinir),
Saat çiçeği (çarkıfelek bitkisi)*
limon (bazen limonata bu ağacın limonlarıyla yapılırdı), kayısı, erik, elma, armut ağaçları, çilekler, bahçe duvarının dışındaki kaldırımda çiçek ekmek için ayrılan boşluklara annemin kendi elleriyle diktiği 15 tane zakkum ağacı ve bahçeye açılan teras duvarının dibinde iri toprak saksıların içinde annemin en çok sevdiği pembeli, kırmızılı, beyazlı sardunyalar ve sakızlar…
Sardunyalar*
Annemin bahçesi böyle bir cennetti işte. Annemin uğraşmaktan ve yetiştirmekten büyük zevk aldığı, site sakinlerinin hususi gezmek için geldikleri bir bahçe. Ne yazık ki bu güzellik evin yeni sahipleri tarafından daha ikinci gün yok edilmiş, bahçede ne var ne yok herşey kökleriyle sökülüp atılmıştı. Bunu duyan annemin hıçkırıklara boğulup çok ağladığını hatırlıyorum. Yeni bir bahçesi olduğunda dikeceği ilk bitkiler olacak o altı tane top şimşir, o bahçeden anneme kalan tek avuntu olmuştu.
Resimleri aldığım kaynaklar:
*Karabiber ağacı resmi buradan alınmıştır.
*Kedi tırnakları (ipek çiçeği) resmi bu blogdan alınmıştır.
*Saat çiçeği (çarkıfelek bitkisi) resmi bu siteden alınmıştır.
*Sardunyaların resmi buradan alınmıştır.
Önemli Not: Yukarıdaki fotoğrafları belirttiğim kaynaklardan aldım. Çok istememe rağmen annemin bahçesinin fotoğrafları yok bugün elimde maalesef. Lakin resimlerdeki çiçekler annemin bahçesindekilerden farksız.
Şimdi gelelim saray usulü limonatamıza… Bu tarifte klasik limonatadan farklı olarak portakal da kullanılıyor. Bu nedenle şeker oranını biraz daha düşürdüm. Şerbetleriyle meşhur Osmanlı Mutfağı’ndan esinlenerek biraz daha sade ama lezzetli bir içecek çıktı ortaya.
Su bardağıyla 8 kişilik
Malzemeler:
- 3 adet irice limon
- 1 adet orta boy portakal
- 1 su bardağından iki parmak eksik toz şeker
- 6 su bardağı su
Yapılışı:
İki limonun ve portakalın kabuğunu rendeleyelim.
Kabuk rendelerinin üzerine limonların ve portakalın suyunu sıkalım. Şekeri ekleyelim, iyice karıştıralım.
Suyunu da ekleyip buzdolabında bir saat soğumaya bırakalım. Limonatanızın buzdolabına sığacak türden bir sürahinin içine yapmanızı tavsiye ederim. Bir saatin sonunda limonatayı dolaptan çıkarıp başka bir sürahiye süzelim. Bu tarif şeker ve yoğunluk bakımından sulandırılarak içilmesi gereken bir limonata, zevkinize göre bardakta sulandırıp servis yapınız. Afiyet olsun.
İlgilenenlere klasik limonata tarifi:
Annemin yazın bizler için sıkça yaptığı şekliyle
Su bardağıyla 8 kişilik
Malzemeler:
- 4 adet irice limon
- 1 su bardağı toz şeker
- 7 su bardağı su
Yapılışı:
Limonların ikisinin kabuğunu rendeleyelim. Üzerine sularını sıkalım ve şekerini ilave edelim. İyice karıştırıp suyunu da ekleyip buzdolabında soğumaya bırakalım. Bir saat kalması yeterli olacaktır. Buzdolabından alıp bir sürahiye süzelim ve arzu edilirse sulandırarak afiyetle içelim.